29 Ekim 2025
  • Giriş
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
Yaşam Sanat
  • Aysad
  • Çukurova Sanat
    • Arsiv
  • Yaşam Sanat
    • Temsilcilikler
    • Yayin Kurulu
    • Abonelik
    • Arşiv
    • Yeni Sayılar
  • Kültür/Sanat
    • Öykü
    • Siir
    • Deneme
    • Dans
    • Fotograf
    • Grafik
    • Karikatür
    • Mimarlık
    • Müzik
    • Resim
    • Sinema
    • Tiyatro
    • Yontu
  • Kitap
    • Bize Gelenler
    • Kitap Tanıtımı
  • Etkinliklerimiz
  • İletişim
  • Aysad
  • Çukurova Sanat
    • Arsiv
  • Yaşam Sanat
    • Temsilcilikler
    • Yayin Kurulu
    • Abonelik
    • Arşiv
    • Yeni Sayılar
  • Kültür/Sanat
    • Öykü
    • Siir
    • Deneme
    • Dans
    • Fotograf
    • Grafik
    • Karikatür
    • Mimarlık
    • Müzik
    • Resim
    • Sinema
    • Tiyatro
    • Yontu
  • Kitap
    • Bize Gelenler
    • Kitap Tanıtımı
  • Etkinliklerimiz
  • İletişim
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
Yaşam Sanat
Sonuç yok
Tüm sonuçları göster

Bir Köyün İki Hikâyecisi ve İki Ozanı

Muhittin Çoban

Bir Köyün İki Hikâyecisi ve İki Ozanı

Bakmayın siz bir köyün iki hikâyecisi dediğime. Aslında bu köyün çok hikâyecisi var. Daha doğrusu bu köyün bir sürü hikâyecisi var; esasında bu köyün her biri bir hikâyeci… Bu hiç abartılı gelmesin size. Hangi haneye girseniz, hangi kahvehaneye otursanız, dost meclisine katılsanız, orada başlar hikâye.
Her ne kadar bugün hikâye anlatma deyimi olumsuz kullanılsa da yeni nesilce –ki bu hiç yerinde değil- bu köyde anlatılan her hikâye gerçeğe dairdir. İçten ve samimidir, çokça mizah katılsa da, biraz abartıya kaçılsa da, süslenilse de…
Hikâyeler hikâyecilerce öyle canlı, öyle heyecanlı anlatılır ki; dinleyen mest olur. Anlamayan, hatta anlama kıtlığı çeken, hatta ve hatta anlama özürlüsü olan bile anlar, tekrarlatmaz. Ve az sonra, çok geçmeden yeni hikâyeler dinleme krizine girer, sabırsızlıkla hikâye meclisi ararsınız.
Bu köyün Türkiye’de tanınmış bir dolu hikâyecileri bile var.
Orhan Kemal’den başlayalım. Yaşar Kemal, Yılmaz Güney, Muzaffer İzgü, Demirtaş Ceyhun, Salih Bolat, Nihat Ziyalan, Fadime Uslu, Feryal Tilmaç, Süreyya Köle, Özcan Karabulut, Çetin Yiğenoğlu ve Zafer Doruk…
Yetmez, devam edelim bu konuya dalmışken.
Bu köyün şairi de boldur, romancısı da, sinemacısı da, şarkıcısı da, ressamı da…
Ben bu yazımda iki hikâyecisi üzerinde duracağım.
İlki Turan Altuntaş.

Turan Altuntaş

xxx
Ah be Turan abi diyerek başlayayım; içimden senden kocaman bir özür dilemek geçiyor, ama şimdi özür dilesem, “De get lan” dersin. “Azrail bana yavşaklık yaptıktan nice yıllar sonra mı diyorsun bunu?” der, pos bıyıklarını meddah gibi güldürürsün, sonra elinin iki parmağını çırparak şaklatırsın.
Rakı içmek de güzeldi seninle, öykü tadında anılar dinlemek de.
Öykü diyorum. Hikâye hikâyeden çıktı, yozlaştırıldı. Yalanın, palavranın adına hikâye denilmeye başlandı. Bir de dalga gerek, “Hikâye anlatma lan bize,” demeye başladık. Ne günlere kaldık, kaldır başını bak, en güzel kavramlarımızı bile çirkinleştirir olduk; daha neleri çirkinleştireceğiz acep!
Yıllar yıllar sonra, seni hastanede ziyaret ettikten yıllar sonra –Bizi koridorda karşılamıştın, hasta
yatağını kendine yakıştıramamıştın. Dimdiktin. Yine gülüyordu pos bıyıkların, iyiyim diyordu her
edan, nörüyorsunuz gençler dedi dilin- elime geçti öykü kitabın. Vefalı oğlun Kubilay verdi.
Kitabın şu an önümde. “Bicici Antonius.” Bana bakıyorsun, ben sana.

Uzun zaman sonra seninle buluşmak beni heyecanlandırmıştı. Durur muyum? Kudurmuş gibi
başladım okumaya.
Okudukça dedim ki; ben bu tadı hiç unutmamışım. Hani insan bir şey yer ve sever ya… sonra bir daha yiyemez. Yıllar sonra biri ikram eder, tadar, anlar ki bu tat hiç yabancı değil.
O ince esprili anlatımın yok mu, beni nasıl tebessüm ettirdi; çok öykünde bu tadı aldım. Sokuyordun laflarını incitmeden ona buna. Köyümüzü öyle neşeli anlatıyorsun ki anlatamam. Kelimeler hiç zorlanmadan bir biri ardına tesbih taneleri gibi dökülüyor bıyıklarının altından. Sanki yazmıyorsun, rakı masasında konuşuyor
gibisin. Köyümüzün sözcükleri bile dilinde eğreti durmuyor.
Seninle köyümüzü yeniden tanımak ne güzel! Bak, bilmiyordum havaalanı etrafındaki yeşillikte insanların sere serpe serilip serinlediklerini, oraya çimen sahası dendiğini; bu arada şalgamcıların, haşlamacıların, ayrancıların, bicibicicilerin cirit attığını, panayır yerine döndüğünü.
En eğlencelisi de seninle köyümüzün kahramanlarının yeniden canlanıyor olması.
Hangi kahramanından söz edeyim ki? De hadi sen söyle. Fort fort Fatma`dan mı, Cabbar Emmiden mi, Emanetçi Yaşar’dan mı, Bicici Antonius’tan mı, de hadi. Birini eksik bıraksam asarsın beni bıyıklarına, indiren de olmaz.
Neye üzüldüm biliyor musun? Google’a sordum, köyümüzün öykücülerini. Saymış da saymış ama sen yoksun. Kızdım. Şimdi yine kızdım.
Türkiye seni daha çok tanımalı, daha çok okumalı. Sen bizim Orhan Kemal’den el almış öykücümüzsün.
Ve seninle daha bir güzel yakalıyor insan o devrimci damarı, anti-feodal, anti-kapitalist durusu.
xxx
Anılar kişinin aynasıdır.
Kişi ancak kendini anılarda bulur, arıyorsa kendini eğer. Her anı bir öyküdür, her öyküde insan vardır.
Or-an dan Kızılaya doğru ilerliyor dolana dolana içinde olduğum Halk otobüsü. İnen iniyor, binen biniyor. Makine yaşlı insan gibi hırlaya hırlaya yol alıyor; yokuşta kaldı kalacak! İçerisi basık, havasız, ter kokuyor. Klima çalışmıyor, çalıştırmıyor sürücü. Boğulmak üzereyken iniyorum Kızılay’da. İzan Yayınlarına gidiyorum, Ahmet bekliyor. Bense ‘Savunma’ adlı kitabımı merak ediyorum.
Raflarda geziniyor gözüm, ‘Annemin Aynası’ çarpıyor gözüme. Elimde evirip çeviriyorum,
alıyorum.

Aysel Yenidoğanay

Nasıl almam!
Aysel Yenidoğanay yazmış.
Yıllar yıllar öncesine, anlara gidiyorum, tanışma gününe.

Köyümüzün hikâyecisi/ öykücüsü, parmakla sayılacaklardan biri.
Azalırken köyümüzde öykücüler, inadına kendini öyküye salmış biri. En çok okuduğum öykücülerdendir.
‘Annemin Aynası’nı da okudum. Ben Turan Altuntaş’tan el almış bir öykücüyüm dercesine karşımda duruyor.
Çağı çok iyi yakalamış. Turan Altuntaş köyümüzün dilini ne kadar çok ve güzel kullanmışsa, Aysel Yenidoğanay da kent dilini kullanıyor ve üstelik ustaca kullanıyor, hiçbir kelimesi okurken damağıma yapışıp kalmadı, kızıl şarap gibi akıyordu satırlar.
Turan Altuntaş gibi çığlık atıyor Yenidoğanay. Bu çığlık var olan kurulu düzene yönelik, bu çığlık kadının çığlığı. Bu çığlıkta isyan var, başkaldırı, öfke var.
Essahtan okunmalı bu kitap, hatta tüm eserleri sırayla; önce erkekler okumalı. Kadını anlatıyor her bir öyküsü, kadını tanıyın dercesine. Belki empati yaparsınız, belki seversiniz, belki şiddet uygulamazsınız, belki katletmezsiniz kadını dercesine çırpınıyor öyküleri. Kadınlar da okumalı, kendini tanımalı, kendisi için çabalamalı, kendisi için erkek egemenliğine karşı, erkeğe düşman olmadan mücadele etmeli diyor.
Her öyküsü güzel ama ‘Gelinlik’ öyküsü de bir başka güzel, hatta kitabın adı olacak kadar…
“Patronların koruyucuları çıkacak karşımıza. Yasak diyecekler. Burada örgütlenmeniz yasak. Alanlar da yasak, sendika da.”
Kadın hayatı düzene koyması için örgütlenmeli, yetmez çabalamalı diyor Yenidoğanay.
Kulak vermeli her öykücüye olduğu gibi Yenidoğanay’da. Yoksa eve hapsedilmeye, sosyal yaşamdan çıkarılmaya, şiddet görmeye, katledilmeye maruz kalacağız diyor…
Anlattıklarına öykü demiş ama sanki anı anlatıcısı, sanki denemeler yazmış bize.
Sanki okumazsanız, dinlemezseniz eksik kalmakla kalmazsınız, savunmasızda kalırsınız diyor çığlıkları.
“Nerede birileri özgür olmak için mücadele ediyorsa onların gözüne bak anne, beni göreceksin,” diyor ya John Steinbeck, işte Aysel`in öyküleri de bize böyle diyor.
xxx

Duran Aydın

“Bir umudun kanadında/ sözlerinle var et beni/ kuşlarım ki dallarınsız.”

“Gecen tuzaklı görmesem yanarım/ Gündüzün katline karar kılınmış/ Bir adın umuttur
direnmekse göbek adın.”
“İnsanı çıldırtmakta üstlerine yok/ Serçelere her gün bayram/ Ötüşleri zilzurna yeşil.”
“Kırılırken sesinde iç kanamalı kapkara yokluğun melodisi/ Tükenen ömründen rendelenmiş
öyküler yüzünde yanardı.”
“Uyumakla ölmek arası gece nöbetindeyim/ Siz iyi olun yerime/ Şiirden sorulur çünkü acınızın gözesi.” diyor Duran Aydın şiirlerinde.

Feyyaz Kadri Gül’ de şöyle diyor:

Feyyaz Kadri Gül

“Bilgenin gözünde gök erkektir/ yeryüzü ise kadın/(…)/ Toprak olmasa ağaç nasıl sürgün verir/
çiçek nasıl açar/ Göğün yağmuru/ güneşi nasıl işe yarar/ iki âşık gibi işte sonsuz bir akışta.”
“Ne zaman aklıma gelsen içimdeki boşluklarda/ çiçeklenir düşüncem.”
“Gül kokusu ararken/ barut karışmış sözcüklere/ İçimizde savaş dışımızda savaş/ hırs ve öfke
zehirli bir örümcek olmuş/ Etobur kasabın eli dünyanın her yerinde/ Azgın bir canavardır o insan
görünümünde.”
Köyümüzün bu iki şairi Türkiye’ye akmış. Şairimiz de pek çok; saymaya hiç niyetim yok,
sayamadıklarım kızar.
Okurken bu şairlerimizin şiirlerini şiiri tartışasım geldi, lakin laf olsun diye değil.
Anlatmalı şiiri şiir yazanlara, özellikle şiirin tanımı yok diyenlere ve şiir yolculuğuna çıkmaya hazırlananlara… Ama tartışarak anlatmalı ve konuşarak, dinleyerek, önyargıdan uzaklaşarak, şu ana kadar doğru saydıklarımızı bir kenara bırakarak…
Şiir devrimdir!
Şair devrimcidir!

Değilse ne şairdir, ne de yazdığı şiirdir.
Devrim deyince sadece sosyalizme giden devrimden söz etmiyorum. İnsan anda da devrimler yapar. Öğrendiği, öğrettiği her yeni şey anda devrimdir, yenilenmedir, değişim ve dönüşümdür.
Demek ki şiir bunları hedeflemeli.
Köyümüzün bu iki şairi devrimci olmasalardı köyden kentlere akmazlardı, akamazlardı, lokal şair kalırlardı.

Devrim yaşadığı dünyayı (tanıdığı, bildiği) öğrendiği kadar eşitleyerek şiir (sanat) yoluyla
değiştirmeye çabalamasıdır. Hayatı güncelleme telaşına girer şair. Eskinin yerine yeniyi,
bilgisizliğin yerine de bilgiyi koyar, iyi için kötüyle mücadele eder.
Devrim gibi şiir de insanı sever; dinamiktir, kendisi gibi genci sever, hastayı iyileştirir.
Romantiktir, eylemcidir; öznesi insandır, içinde devindiği dünyadır.
Şiir düştür aynı zamanda, erotizmdir, pornografik değildir. İnsana düş kurdurur, iyinin ve güzelin düşüdür bu; ama bununla bırakmaz şiir, bunlar eylemsiz olmaz der. Ve devrim ancak şiirle (sanatla) estetikleşir, kabalıktan kurtulur, insancıllaşır.
Şiir konuşma ve dert anlatma halidir aynı zamanda. Öfkeni anlatırsın, nefretini, sevgini, sevincini, kavganı, tasarımlarını anlatırsın ve sevdanı.
Âşık olup da şiir yazmayan kaçımız vardır?
Şiirle devrimi birbirinden ayıramazsınız, ayırırsanız bir ayağınız topal, bir eliniz çolak, bir gözünüz kör kalır.
Devrim ne kadar diyalektikse şiirde o kadar diyalektiktir. Diyalektik materyalizmi bilmeyen ne devrim yapabilir, ne şiir yazabilir, ne şair (sanatçı) olabilir; bu kadar net söylüyorum.
Şiir/ sanat ne değildir?
Milliyetçi, ırkçı, dindar değildir, misakımilli sınırları yoktur.
Bunca saptamadan sonra hâlâ şiirin tanımı yoktur diyebilir miyiz?
Toplumsal dönüşümler bugüne kadar devrimle/ şiirle (sanatla) oldu, bundan sonrada devrimle, şiirle olacak.
Bu yazı ancak Picasso’nun şu güzel sözleriyle sonlandırılabilir:
“Siz bir sanatçıyı ne sanıyorsunuz? Eğer bir ressamsa sadece gözleri olan, bir müzisyense sadece
kulakları olan, bir şairse kalbinin her köşesinde sadece lir olan bir aptal mı? Tam tersine,
dünyadaki ateşli, mutlu ya da korku verici olaylara karşı her an uyanık, bu gibi olayları
yansıtmaya hep hazır siyasal bir varlıktır sanatçı. Tarafsız kalmak bahanesiyle, kendinizi
yaşamdan nasıl koparabilirsiniz? Yaşantınıza böylesine çok şey katan diğer insanlarla
ilgilenmemek nasıl mümkün olabilir? Hayır, resim evleri süslemek için yapılmaz. Düşmana karşı
bir saldırı ve savunma aracıdır resim.”
Ya sizin sanatınız?
Ne için karikatür yapıyorsunuz?
Ne için sinema yapıyorsunuz?

Ne için tiyatro yapıyorsunuz?

İlgili Yazılar

Ne Elbiseler Gördüm, İçinde İnsan Yok

Ne Elbiseler Gördüm, İçinde İnsan Yok

0

"Ne elbiseler gördüm, içinde insan yok,Ne insanlar gördüm, üstünde elbise yok."Mevlana Celaleddin Rumi Bazı insanların hayatı, hile ve tatlı yalanlar...

Bütün Marifet Öyküdedir, Yazılış Bir Arayıştan İbarettir

Bütün Marifet Öyküdedir, Yazılış Bir Arayıştan İbarettir

0

Tim Parks deneme yazılarını topladığı Ben Buradan Okuyorum/Kitapların Değişen Dünyası’ndaki’(1) Kitapları Neden Bitirelim başlıklı metnine Samuel Johnson’dan alıntıladığı anekdotla başlıyor....

Edebiyat ve Çevre

Edebiyat ve Çevre

0

Haddini de Karac'oğlan haddiniAramazlar gurbet ile gideniAk göğsün üstünde çakır dikeniBitmeyince gönül yardan ayrılmazKaracaoğlan Günümüzden yaklaşık 400 yıl öncenin Çukurova’sında...

Edip Cansever

Edip Cansever

0

Şiirlerinde bir kişi seçerek; onun üzerinden, soyutu ve somutu anlattı hep: “Adam yaşama sevinci içinde, Masaya anahtarlarını koydu. Bakır kâseye...

Yaşam Sanat

Yaşam Sanat Aylık Edebiyat ve Kültür Dergisi
Adana Yaşam Sanat Derneği Süreli Yayın Organıdır

Son Eklenenler

  • Ayın resmi
  • Ayın fotoğrafı
  • Bir Köyün İki Hikâyecisi ve İki Ozanı
  • Ayın fotoğrafı

Kategoriler

  • Bize Gelenler (8)
  • Çukurova 1. Sanat Çalıştayı (1)
  • Deneme (18)
  • Dergi Arşivi (44)
  • Dosya (1)
  • Etkinliklerimiz (13)
  • Fotoğraf (10)
  • Kitap Tanıtımı (7)
  • Müzik (3)
  • Öykü (14)
  • Resim (10)
  • Şiir (31)
  • Söyleşi (4)
  • SÖYLEŞİ (1)
  • Yaşam Sanat Yeni Sayılar (6)

Bizi Takip Edin

Facebook Twitter Instagram

Ziyaretçi Sayısı

9325
  • Aysad
  • Çukurova Sanat
  • Yaşam Sanat
  • Kültür/Sanat
  • Kitap
  • Etkinliklerimiz
  • İletişim

© 2023 yasamsanat.net Her hakkı mahfuzdur.

Sonuç yok
Tüm sonuçları göster
  • Aysad
  • Çukurova Sanat
    • Arsiv
  • Yaşam Sanat
    • Temsilcilikler
    • Yayin Kurulu
    • Abonelik
    • Arşiv
    • Yeni Sayılar
  • Kültür/Sanat
    • Öykü
    • Siir
    • Deneme
    • Dans
    • Fotograf
    • Grafik
    • Karikatür
    • Mimarlık
    • Müzik
    • Resim
    • Sinema
    • Tiyatro
    • Yontu
  • Kitap
    • Bize Gelenler
    • Kitap Tanıtımı
  • Etkinliklerimiz
  • İletişim

© 2023 yasamsanat.net Her hakkı mahfuzdur.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In
Düğmeleri göster
Düğmeleri gizle